Her şeyin ithal edilir olduğu 80’li yıllara gelinceye kadar bizim Akdeniz bölgesinde, en çok da Alanya - Gazipaşa – Anamur yöresinde yetişen muz bilinirdi.
Sonra ithal muz görüldü. İlk ünleneni “çikita muzu” oldu ve epeyce tartışma yarattı. Güney Amerika ve Güney Afrika’dan gelen ithal muzlar Akdeniz muzlarına göre çok iriydiler ve fiyatları da ucuzdu. Ama yerli muzlardaki eski dille rayiha, yeni dille aroma yoktu. Sofraların en değerli meyvesi pazarlarda ve sokaklarda ehven fiyata satılır olunca yerli muz üreticileri zorlandılar. Muz üretimi hızla düşmeye başladı

Muz bitkisi ülkemize ilk defa 1750 yıllarında Mısır’la ilgisi olan zengin bir aile tarafından süs bitkisi olarak getirilmiş. Süs bitkisinin meyve verdiği görülüp tadı da beğenilince 1930'lu yıllardan sonra meyvesi için ticari amaçla yetiştirilmeye başlanmış.
Muz üretiminde asıl gelişme ise 1950’lerde başlıyor. Özellikle Gazipaşa, Anamur ve Alanya’da 1984 yılına kadar devamlı yükselen üretim söz ettiğimiz ithalatla düşme eğilimine girmiş.Muz üreticilerinin korkulu rüyası ise don. Çok sık olmuyor ama ısı sıfırın altına düşerse muz ölüyor. Bu tehlike muz üretimini düşürmüştü. Ama üreticiler buna bir çözüm buldular. Sera malzemelerinin ucuzlaması da çözümü kolaylaştırdı. Muz seralara alındı. Isı çok düşerse seralar ısıtılıyor ve ağaçlar kurtarılıyor,
Bugün ülkemizde “Musa Cavendish” (Dwarf Cavendish) denilen bodur muz üretimi yapılıyor.
Muzların gerçek gövdeleri toprak altında soğan biçiminde bulunuyor ve buradan çıkan sürgünlerle çoğalıp yaprak veriyorlar. Yaprakların iç içe geçmiş olan kınları odunsu olmayan ‘yalancı gövdeyi’ oluşturuyor.25-30 yaprak çıktıktan sonra, çiçek tomurcuğu gelişip çiçek topluluğunu oluşturuyor. Yalancı gövdenin ortasından çıkarak yaprak demetinin arasından havaya yükselen çiçek sapı da çiçek topluluğunu taşıyor. Çiçek topluluğu da muz hevengini oluşturuyor.
|